9 Ekim 2015 Cuma



4 Ekim 2014 Cumartesi

“Kırım mevsiminde aşk”: varlığın sorgulanması

Ahmet ADA

                Kırım Mevsiminde Aşk’ın bütün şiirlerini bir şiir gibi okumak mümkün. Celâl Soycan bu çalışmasında bir büyük şiirin tekil parçalarını tamamlayarak mozaiğe taşıyor. Bireyin varoluş krizi, anlatıcı-ben’i oldukça gerilimli bir şiir dili kullanmaya sevk etmiş görülüyor: “senden kalan beni ah! / nasıl bana saydılar? – “ (s.13). Bu kendilik sorgulamasına neden gerek duyuluyor? Toplumsal hayatın krizi bireyde eşleniyor mu? “adım yok çağrılanlar arasında” (s.14). Çağrılanlar arasında olmayı mı arzuluyor? Bütün kitap yanıtı verilmemiş sorularla dolu ve sorular kitabı. Dünya hâlleri bir yana ille de kendi hâlleri, kendini tanıma, kendine tanık olma öne çıkıyor. Eve dönmek: “bir anadil öğrensem artık / döner miyim evime?”(s.11). Dil, hayata ve insana atılan ilmek mi? Eve dönmek, bir anadil öğrenmek insanı, yeryüzünü tanımamıza yetecek mi? Heidegger gibi soralım: “Kimdir insan? Ne olduğuna tanıklık etmesi gerekendir. Peki neye tanıklık edecektir insan? Kendisinin yeryüzüne ait olduğuna.” Peki, Celâl Soycan’ın şiirlerinde açığa çıkıyor mu kim olduğu, ne olduğu, neye tanıklık ettiği? Şiirlerin hem mimetik hem de hermeneutik anlam düzeyi şairin ve şiirin niyetini ele verecek şekilde örgütlenmiş. Dilsel imler, göndermeler bir şeyi anlamlandırmaya yönelik kuruluyor. Zaman zaman, şair, gizemli, fizikötesi bölgelere giriyor. Aşk’ın çevresinde dolanıyor. Aşk da müphemlik içinde kalıyor.
                Celâl Soycan’ın şiir tekniği, öteden beri “artlama”ya dayanıyor.  “Artlama” tekniği “kırık dizeli” şiirler yazma olarak tanımlanabilir. Celâl Soycan şiirlerini anlam kurucu şekilde kırık dizelerle oluşturuyor. Sözcük bağdaştırmalarının gözettiği ses öğesi öncelikle anlam üzerinden yürüyor. Dolayısıyla sesçil bir şiir önceliği değil, anlam ve anlamlandırma önceliği öne çıkıyor: “sen sel yatağına ser sözlerin döşeğini” (s.14). Bu dizede “sözlerin döşeği” bağdaştırmasının alışılmadık oluşu bir yana, imgenin kuruluşunun somuttan (sel yatağı) soyuta (sözlerin döşeği) doğru akışı bir yana. Modern şiirin imgede kullanılan söz sanatlarıyla zenginleşmesinin iyi bir örneği bu dize. Artlama söyleyişe bir örnek: “bense konaklayacağım / bir ses bekliyorum arkamda-“(s.10). Önceki dizenin kurgusuna dönecek olursam ( s ) seslerinin yarattığı müziğin kulakları doldurduğu söylenebilir. Modern şiirde sözcüğün kurgudaki yeri, sesi, diğer sözcüklerle kurduğu anlamsal ve sessel ilişki düşünüldüğünde de yukarıdaki dize tamlığı işaret ediyor.
                Kırım Mevsiminde Aşk’taki şiirlerde sen-ben söylemi, söylemin merkezinde de hep anlatıcı-ben var. Betimleyen, tanımlayan, gösteren o. Şöyle diyor özne: “kendimden – çıkıp bir – kimse / olmamayı olabilmektir Aşk-“ (s.31). Aşkı tanımlarken sürçen dil “olmamayı olabilmektir” gibi şiir dışı söyleyişlere yönelebiliyor; ama bu söyleyişte olan dizeleri çok az.
                “Mekânın İşleri” başlıklı şiirinde belleğinin derinliklerinden gelen manifaktür dönemin söz dağarı, çocukluğa, berber dükkânlarına, köşkerlere, esnaf arastalarına doğru akıyor. Heideggerci terminoloji ile söylersem; insan orada buradadır, aradadır. Celâl Soycan, “araf” sözcüğünü insanın bu arada derede kalmışlığını vurgulamak için kullanıyor.  Kutsalı çağrıştıran vahiy, münkir, araf gibi sözcükleri, “derviş cürmüyle döner durursun” (s.12) noktasındaki bireyin modern zamanlardaki tarihsel seyrini açığa çıkarmak için kullanıyor. Bu durum dünyaya aittir. Şiirlerinin özü tedirginlik, huzursuzluk ve uyumsuzluk barındırıyor. Tedirginliğini okura da geçiriyor. Bir an şiirin dışına çıkıp Mersin’deki hayatına baktığımızda ruhsal fırtınaları entelektüel birikimle aşmaya çalışan, tedirgin ve tetikte birey vardır karşımızda. Hayatın açmazlarını, krizlerini soğukkanlılıkla çözmeye çalışan,  kendini sürekli sorgulayan birey tam da bu noktada şiiriyle örtüşüyor. Şöyle diyor: “ben çalıştığım bütün kokuları / sana unutuyorum.. / sen henüz öğrenmediğin renkleri / bana hatırla” (s.58). Renklerin ve kokuların benzeşme ve eşduyum içinde olabildikleri biliniyor. Baudelaire “Uyuşumlar” şiirinde kokuları, “Kokular vardır çocuk tenleri gibi taze” diyor ve benzeşme içinde dile getiriyor. Celâl Soycan, Kırım Mevsiminde Aşk’ta, aşkı, dünyaya verdiği anlamın bir yerine oturtmaya çalışırken benzeşme ve eşduyuma başvuruyor. Yukarıdaki dizelerde, sen-ben arasında birbirine aktarılan kokuların ve renklerin durumu farklı ve birbirini ‘olduran’ bir durumdadır. Kitaba da adını veren Kırım Mevsiminde Aşk’ta (s.37) Hallaç’ın katledilişi, ateşe atılışı, külünün rüzgârda savruluşu “aşk”la benzeşim içinde gösteriliyor. Klasik “yanma, yandırma” edimi aşkla benzeşim içinde gösterilerek okur geleneğe gönderiliyor. Celâl Soycan’ın şiiri düşünsel anlamda geleneği yeniden üreten bir konumda. Aşk bahsinde bütün bir klasik Osmanlı Divan şiiri, bütün bir Halk şiiri “yanma, yandırma” eğretilemesi üzerine kuruludur.
                Celâl Soycan’ın önceki kitaplarında olsun, Kırım Mevsiminde Aşk’ta olsun, kutsala gönderen söz dağarı teolojik bir yoruma yol açmaz. Onda Tanrı sorunsalı inanç boyutundan öte tarihseldir. Din gerçekliği, kutsal kitaplar, peygamberler, vahiy, bunlara ait söz dağarı, insanı ve dünyayı yeniden kurmanın, bazen anlaşılmaz dehlizlere girmenin yoludur. Şöyle yorumlanabilir: Moderniteyle kıstırılmış aradaki insanı açığa çıkarma çabası. Sonuçta, bu şiirsel edim, aşkı da içine alan varlığın yoğun anlamlandırılması olarak ortaya ve açığa çıkıyor. Varlık, bütün o dinsel geçmişini de yüklenerek azap içinde dünyayı deneyimliyor. Sabır, şükür ve “ikizim Tanrı” diyen anlatıcı-ben bir derviş edasında. Gizemli olan’ı yokluyor.
                Celâl Soycan’ın şiir dili şaşırtıcı benzetmelerle dolu. Bir örnek: “yontma taş gülüşlü günün / salkım saçak ağzında / bir ahmak vezindir, Aşk!” (s.61). Gülüşün yontma taş gülüşü olması bir yana, bunun “gün”le bağdaştırılması başka bir yana düşmüyor. Görüntüyü alışılmadık biçimde zenginleştiriyor. Öte yandan yoğun biçimde sözdizimi sapmalarına başvuruyor: “bir Miraç hüznüyle indim adından” (s. 63). Aynı zamanda kutsal olan’a gönderiyor.
                Kırım Mevsiminde Aşk’ı, aşk şiirleri olarak okumak olanaksız. “Moderniteyle mühürlenmiş” insanın aşkı zaman zaman arkaik olanla desteklense de, günümüz aşkını imliyor: “Aşk ha? makyajı akmış çıngıraklı çengi” (s.64). Eleştirel tavır öne çıkıyor. Buradaki “ha”,  anlatıcı-ben’in,  aşka atfedilen değerinin bozuluşuna eleştirel edayla yaklaştığını işaretliyor.
                “Monolektik”, Celâl Socan’ın felsefi bakış açısını açığa çıkaran şiirlerinden biridir. Türkçede ikilik, ikilem, ikileme, ikili denge gibi çeşitli biçimlerde kullanılmakta olup, doğa ve evrendeki karşıtlık ve birbirini tamamlayıcılık ilkesini ifade eden düalite, Celâl Soycan’ın “Monolektik” başlıklı şiirinde karşımıza çıkıyor: Örs ve çekiç, taş ve murç, unutuş ve bellek, Hâbil ve Kâbil, av ve avcı, yalan ve gerçek, yer ve gök, cellat ve kurban, mümin ve münkir, anlam ve biçim, uzak ve yakın, evet ve hayır, med ve cezir, aşina ve yabancı. Her şeyin zıttı ile var olup yok olduğu anlayışını dil boyutuna taşıyan Celâl Soycan, düalite gerçekliğini göstermekle yetiniyor; ikili durum dışında bir üçüncü durumun olabileceğini sezdirmiyor. Hakikatin bir başka şeye dönüşen olduğu ortaya çıkmıyor. Şunu okuyoruz; varlığın, doğum ile ölüm arasında, bir aralıkta; belleğin de unutuşun da, uzağın da yakının da bu dünyada olduğunu..
                Celâl Soycan’ın Kırım Mevsiminde Aşk’ta özgüveni tam; dilin tehlikeli bölgelerine girmekten çekinmiyor.

Kırım Mevsiminde Aşk / Celâl Soycan / Şiirden Yayınları, 2014 / 71 s.  


Cumhuriyet Kitap, 2 Ekim 2014, Sayı : 1285         

14 Mayıs 2014 Çarşamba